20 Haziran 2011

Hergün sabah gözünü açar açmaz, "anne bugün parka gidecek miyiz?" sorusu ile güne başlıyoruz. Parkta uzun, sıcak ve sıkıcı (bana göre tabi) saatlerden sonra ikna turları ve zar zor eve dönüyoruz.
İkimizde birgün güneş doğarken uyanmak istiyor ama her defasında uykuya yenik düşüyoruz. Erkenden uyanmak, sabahın ıssızlığı, kuşların cıvıltısı ve serinliğini hissetmek istiyoruz.
Ev hanımlığının, pişir, temizle, ütüle, topla ve yıka gibi ucu bucağı gelmeyen işlerinden kalan sürelerde (kendime de süre yaratıyorum yani) evde durup durup gözüme batan eşyalara bazen bişeyler ekleyerek, bazen boyayarak o objenin görünüşünü değiştirmek gibi şeyler beni dürtünce ortaya o an oyalanılan ama sonradan çok da lazım olmayan şeyler çıkarıyor ortaya. Şu ara biraz verimsiz hatta kıt bir dönemdeyim, el işi anlamında. Örgüm ağır aksak ilerlerken, dikiş kuzuya diktiğim pijamayla kaldı. Bu da abajurunu değiştirmek istediğim lambanın değişesiye kadar ki kamuflajı. O gün abartıp ucuna danteller de dikmediğim için şükrediyorum şimdi.

2 yorum:

  1. Vallahi bravo, gövdesi de beyaza boyansa mı yarın :))ellerine sağlık..

    YanıtlaSil
  2. İçimden geçmedi değil ama Sinem hanımcım, bir boya öğrendim önce onu edinmeliyim, dolap, şifoniyer gibi büyük eşyaları güvenle ve rahatça boyayan bir şeymiş, henüz tanışmadık ama elimin altında olunca neler var boyanacak neler :)

    YanıtlaSil

Söz uçar, yazı kalır...